Ana içeriğe atla

BU İŞİN SONU


RSS Feed for This Post

PKK’nın sonu ETA gibi olmayacak malesef (… çünkü Kürtler PKK’ya tamamen sırt çevirse bile PKK ayakta kalabilir)


eta-teror pkk’nın sonu eta gibi olmayacak malesef (... çünkü kürtler pkk'ya tamamen sırt çevirse bile pkk ayakta kalabilir)PKK’nın sonu ETA gibi olmayacak malesef (... çünkü Kürtler PKK'ya tamamen sırt çevirse bile PKK ayakta kalabilir)Bask bölgesinde faaliyet gösteren ayrılıkçı ETA terör örgütü, 43 yıllık silahlı mücadeleye son vermiş, İspanya ve Fransa’yı müzakereye çağırmış. Yasemin Çongar köşesinde meseleyi analiz etmiş.
Başta Taraf olmak üzere bir çok gazetede zaman zaman okuyoruz: “Filan kişi terör örgütü üyesiydi, şimdi bakan oldu vs”. Özünde iyi niyetli sorgulamalar bunlar. Yaser Arafat gibi acaba PKK yönetimi de yasal zemine kayamaz mı? Ulusalcı Kürtlere Ahmet Altan’ın tabiriyle “onurlu bir barış” imkânı verilemez mi?
Korkarım bu hiç bir zaman olmayacak. Çünkü ETA veya IRA gibi hareketler ile PKK arasında kurulacak parallellik çok sınırlı. Nedir sebebi?
Birinci fark: Avrupalı terör örgütleri binlerce bombalı eylem yapmıştır. Ama önemli bir kısmında can kaybı olmamıştır. çünkü bir çoğu gece yarısı kimsenin geçmediği yerlerde patlamıştır. Beceriksizlik? Hayır. Silahlı propaganda zaten böyle yapılır. Bir ETA mensubu bazı sivilleri “kazayla” öldürdüğünü iddia edebilir. Pişman olmuş olabilir. Veya yıllarca örgüt üyesi olduğu halde hiç insan öldürmemiş olabilir. Ama PKK mensuplarının durumu aynı değil. ETA’nın “esas mesleği” silahlı propaganda iken PKK’nın mesleği silahı gerçekten kullanmak ve insan öldürmektir.
İkinci fark: 1968’den günümüze ETA’nın öldürdüğü insan sayısı 850. Yazıyla sekiz yüz elli. PKK’nın ise 40.000 can, yazıyla kırk bin. Bazı yıllarda ETA kimseyi öldürmemiş. 1999, 2004… Bazen yılda “sadece” bir veya iki ölü. Yani “etnik terör” derken aynı şeyden bahsetmiyoruz. Ciddi bir yoğunluk farkı var. ETA veya IRA zaman zaman bir insan öldürerek “hey biz buradayız” diyor, söylemine medyada yer açıyor. PKK ise bütün bir ülkenin stabilitesini hedef alıyor. Hedef sadece medya değil. Rejime oynuyor ama “eskiyi muhafaza” için. Ergenekon gibi PKK da OHAL istiyor. PKK dediğimiz örgüt cinayeti “seri imalat” haline getirmiş.
Üçüncü fark: Avrupalı terör örgütleri yapı olarak PKK’dan ayrılıyor. Gerek etnik terör yani Korsika Ulusal Kurtuluş Cephesi, ETA, IRA … Gerekse “solcu” terör örgütleri yani italyan Kızıl Tugaylar, alman Baader-Meinhof (Kızıl Ordu Fraksiyonu) nispeten küçük, çevik ve itaatkâr yapılar. “Bizim” DEV-SOL gibi. Örgütün bir numarası ile yeni katılmış çömez akşam aynı masaya oturup bira içiyor. Biz de ise PKK oryantal bir yapıya sahip. Yani hiyerarşik mesafe uzun ve çok başlılık var. Aralarında fikir ayrılıkları hatta kanlı hesaplaşmalar oluyor. PKK yok, PKK-lar var. Bir kısım ile anlaşsanız bile bundan hoşnut olmayan diğer kısım eylemlere devam edebiliyor.
Dördüncü fark: Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde siyasî çıkarları PKK ile paralel olan bir ekip var. Son saldırıda bir kez daha gördük: PKK’nın 7-8 yere birden saldırabilmesi, ağır silahları, cephaneyi sınırdan içeri sokabilmesi istihbaratta ciddi bir “şikenin” işareti. Bir başka deyişle ETA konusunda durum net: “cici ispanyol devleti kaka-pis teröristlere karşı”. Türkiye’de ise bir OHAL mirası var. “Devlet terörü” dediğimiz şey bir kurgu değil. Devlet bizzat kendi eliyle yıllarca teröre destek olmuş. PKK’ya adam yazmış. Bugün de PKK hem Ergenekon çetesiyle hem de bazı belediyelerle, dernek vb ile ortaklaşa çalışıyor. Toplum ile hatta bölge ekonomisi ile içiçe geçmiş bir yapılanma var. PKK’lı veya yardımcı olmaya hazır olanların sayısı çok, devletin kademelerinde de mevcutlar.
Beşinci fark: Yöntem-Amaç gerilimi. Avrupalı terör örgütlerinin belli hedefleri vardı. “Bunlar verilirse şiddeti bırakırız” diyorlardı. Bugün 40 bin ölümden sonra hâlâ PKK’nın talebini tam olarak bilmiyoruz. Hatta Diyarbakır ve çevresindeki bir kaç il Türkiye’den ayrılmış olsa bile PKK’nın şiddeti bırak(A)mayacağı hemen hemen kesin. PKK son 5 yılda evrim geçirdi. Siyasî bir amaç için değil şiddet için şiddet ister hale geldi. Her ne koşulda olursa olsun PKK’nın kendi iradesiyle şiddeti terk etmesi mümkün görünmüyor.
Altıncı fark: Avrupalı terör örgütleri hemen hiç bir gerginliği olmayan jeopolitik alanlarda at koşturdular. Özellikle soğuk savaştan sonra bu sükunet daha da arttı. Avrupa birliğinin siyasî stabilite şemsiyesi ve ekonomik refahı içinde silahlı propagandanın yeri yoktu. Yasemin Çongar’ın yazısında buna dair detaylar çok iyi anlatılmış. Oysa Ortadoğu’da eylem yapan ve yine burada iddia sahibi olan PKK için durum farklı. Haritalar sürekli yeniden çizilmekte. Irak işgal altında. İran’a bir ABD saldırısı ihtimali az değil. Suriye ve bir çok Arap ülkesi zaten kırılgan olan stabilitelerini de yitirdiler. Türkiye İsrail ile kavgalı. Dahası dünya petrol rezervlerinin önemli bir kısmı ayaklarımızın altında. Orta Asya’dan gelip geçen gaz ve petrolü de ekleyin. Özetle PKK’nın silah bırakması sadece Türkleri ve Kürtleri ilgilendiren bir mesele değil. ETA’nın silah bırakmasi Fransa ve İspanya ile sınırlı bir olay iken PKK’nın silah bırakması neredeyse küresel bir mesele. Tabi ki Türkler ve Kürtler kazançlı çıkar ama dişlerini gıcırdatacak çok aktör var, Ortadoğu’da, ABD’de ve Avrupa’da barış’a üzülecek ekipler var.
Yedinci fark: Bir terör örgütü siyasî hedeflerine hemen ulaş(a)mazsa “holdingleşir” ve adi suçlar işleyen fuhuş, uyuşturucu vb mafyalarla organik bağlar kurar.  Fransa’da Korsika Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLNC) bu yola girmiştir. Korsika adasında arazi mafyasından “izin almadan” bir otel inşa etmek imkânsızdır meselâ. Resmen Fransız toprağıdır ama devletin söz geçiremediği bir coğrafyadır.
İtalyan mafyası “Cosa Nostra” da bir halk direnişi olarak başlamıştır. Sicilya’nın İtalya’ya bağlandığı 1861 yılından itibaren getirilen ağır vergiler karşısında örgütlenmiştir halk. “Onorata societa” (şerefli insanlar cemiyeti) böyle doğmuştur. Omerta, umiltà… kurumsallaşan direnişin “değerleri” sayesinde zalim devlete kafa tutulmuştur. Bugün ise İtalya’da devleti bile ele geçirmiş, masum halkı katleden adi bir suç örgütünden başka bir şey degildir Mafya.
Genelde bütün halk direnişleri büyük miktarda paraya acil olarak ihtiyaç duyarlar. Üstelik banka vb normal para kanallarını kullanamazlar. Bu sebeple kaçakçılık, haraç vb yollara başvururlar. Ama örgüt küçük ve eylemleri az ise para kaynaklarına olan bağımlılığı da sınırlı kalır. Halk direnişi “halktan” kopmaz, bir “holding” haline gelmez. ETA, IRA vb böyledir.
PKK ise holdingleşmiştir. para kaynakları bakımından da Avrupalı terör örgütlerine kıyasla çok daha “dal budak sarmış” bir ekiptir. Yani Kürtler PKK’ya tamamen sırt çevirse bile PKK ayakta kalabilir. Bir avantaj gibi görünen bu durum aslında PKK’nın ölüm fermanıdır. “ona  dokunmayan yılanla yatağa bile girme” noktasına gelmiş, Kürt katili Esad ile ittifak yapmıştır.
Sonuç
Yukarıda saydığım farklar ve daha başka bazı faktörler sebebiyle PKK silah bırakmayacak. TBMM, AKP veya Abdullah Gül ne şekilde hareket ederse etsin PKK’nın şahin pozisyonu terk etmesi kısa vadede mümkün görünmüyor. “Barış gelirse biz n’olucaz lan?” diyen güçlü bir “Holding PKK” var. Kâr eden, iyi para kazanan, iyi yaşayan bu azınlık asla barışa yanaşmayacak. Çünkü yeniden CV hazırlayıp “terör örgütünde manager tecrübem var” diye iş arama imkânları yok. Özetle karşılıklı ödün vererek “onurlu barış” yapma yolu kapalı. Türkiye bu koşullarda iki eksende birden hareket edecektir, kâhin olmaya gerek yok:
  1. Demokrasiyi ilerletmek, kaliteli bir anayasa yapmak ve PKK’ya hiç bir “meşru” zemin bırakmamak,
  2. Askerî baskıyı azamî seviyede tutmak ve PKK’yı fizikî mânâda yok etmek. Bütün PKK’lıları öldürmeyi kasdetmiyorum. Ama savaşma azmini yok edecek derecede “holdingi” yıpratmak, maddî kayıp verdirmek gerekecek. Savaşmayı PKK için zor ve pahalı bir hale getirmek… Holding zarar ederse terör durur. “Klasik” savaşlarda olduğu gibi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESADÜF

Bazen herşeyi tesadüf deyip geçiştiriyoruz,oysa hayatta hiçbirşey tesadüf değildir.Herşeyin bir hesabı vardır,onuda yaratan,yapan bellidir zaten.

DİNGİNLİK

BAZEN BIRAK BİR YAPRAK GİBİ KENDİNİ SULARIN KOYNUNA ALIP GÖTÜRÜR SENİ BİLİNMEYEN ÖTELERE

Bir Dehanın İzleri – II.Abdülhamid Han, Talha Uğurluel

Medeni adam dostunu düşmanını tefrik etmemeli, her ikisine de aynı muameleyi yapmalı. Zira düşmanlara açıkça husumet göstermek akıl karı değildir. Dostlara da fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez, biz daima İngiltere’nin dostu görüneceğiz. Fakat onun hislerini, fikirlerini, siyasetini de bileceğiz. – Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı alabildiğince kışkırtan Gladstone’un İngiliz Müstemleke Nazırı iken Lordlar Kamarası’nda söyledikleri de İngilizlerin bu coğrafyadaki ince hesaplarını açıkça ortaya koyuyordu. O gün Gladstone eline Kur’an-ı Kerim’i alarak kabinedekilere göstermiş ve: “Eğer bu kitabı Türklerin elinden alamazsak onları asla yenemeyiz” demişti. – Abdülhamid Han, hayatına kasteden ve ölüm cezasına çarptırılan mahkûm ile bizzat görüşür. Hususi dairesine kabul ettiği Jorris ile saatlerce baş başa kalır. Ne konuşmuştur, neler sormuştur bunu kimse bilmiyor. Tahsin Paşa, ‘Avrupa’da ayrılıkçı Ermeniler aleyhine çalışmak üzere kendisine vazife verdi’ diyor. ...