Başlangıçta ırkçı ve cinsel taciz yapan bir polis memuru olarak karşımıza çıkıyor Matt Dillon. Sözlerinden ve yaptıklarından tiksiniyoruz. Sonraları diğer insanlar gibi bu polis memurunun da özel hayatına giriyoruz, onu sevmesek de tanımaya, anlamaya başlıyoruz. Hasta babası ve ciddi maddî sorunları olan bu ırkçı polis bir ara bir trafik kazasına tanık oluyor. Yanmakta olan ters dönmüş bir otomobilin içindeki zenci kadını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atıyor. Gerçek bir kahraman!
Filmde tekrar tekrar kullanılan bir “altyapı” bu. İyi sandığımız insanlar kötü davranabiliyor. Kötü diye etiketlediğimiz ya da dış görünüşü bize itici gelebilecek başka bazı insanlar ise gerçek birer kahraman olabiliyorlar yerine göre. Bütün bu dalgalanmalar abartısız, gerçekçi bir dille anlatılıyor ve hikâyeler bizim “küçük” hayatlarımızdan alınmış gibi adeta.
Çarpışma adlı bu film sadece hikâyesiyle değil ismi ile de tefekküre davet ediyor bizi. Hayat denen imtihanın karşımıza çıkardığı durumlar ve nefsimizin, iç dünyamızın aldığı halleri çarpışan bilardo toplarına benzetebilir miyiz? İnsan’ın eylemlerine hammadde olan umutlar, korkular, öfkeler, sevinçler, beklentiler birbirlerine çarparak yeni hareketler başlatan bilardo topları mıdır? Istakanın ilk vuruş açısını ve hızını bildiğimiz takdirde hangi topların hangi deliklere gireceğini kesin olarak öngörebilir yani “determine” edebilir miyiz?
Bunu iddia etmek için “umutlar, korkular, öfkeler, sevinçler, beklentiler” diye sıraladığımız duyguların hayatın her döneminde birbirinin aynı olması gerekir. Bir başka deyişle sebep-sonuç zincirleriyle bağlanmak üzere Ben’i BEN yapan her mânânın bu kelimelere hapsedilebilir olması gerekir. Ama bu da yetmez! Dahası üzüntü, sevinç, aşk, nefret gibi duyguların her insan için aynı biçimde, aynı yoğunlukta ve şiddette yaşanması gerekir!
Yorumlar
Yorum Gönder