ÖLÜM KORKUSU

  • Bir gün 24 saat değil: 8 saatlik uyku, iş, okul, yemek, duş vs mecburi faaliyetleri sayarsanız özgürce yaşadığınız 3-4 saatiniz var sadece.
  • Eviniz uzaksa günde 2-3 saatinizi yolda harcıyorsunuz. Ailenizle olmak, kitap okumak ve ölüme hazırlanmak için günde sadece 1 saatiniz var.
  • Bir futbol maçı 1,5 saat sürüyor. Sünnetleri ve tesbihat ile bir günlük namaz ise 1 saat. Özgürlüğünüzü yaşamak için tek bir saat.
  • Her gün insanca (=özgürce) yaşamak için en fazla 4 saatimiz olmasına rağmen bu süreyi televizyon seyrederek israf etmemiz büyük kayıp.
  • TV’de “Haberleri” seyredip haber almak isterken kendi hayatımızı ıskalıyoruz. Çünkü ne kadar çok seyredersek o kadar az yaşıyoruz.
  • Bizi izlemeye devam edin.. Başbakandan tokat gibi cevap… O sanatçıdan ŞOK tepki.. Başkalarının dedikodusu dışında ne var TV’de?
  •  Evet, Türk halkının günde ortalama 4 saat TV seyretmesinin gerçek sebebi kalplerdeki ölüm korkusudur.
  •  Çünkü öleceğini unutmak isteyen insanlar başkalarının hayatlarını yaşamaya heveslidir. Pascal’ın dediği gibi “eğlence ciddî bir iştir”
  • Dikkat edin; Türk halkı birçok ülkedekinden daha hızlı ve tehlikeli araba kullanır. Neden?
  • Çünkü kurallara uymak sabır ve teslimiyet gerektirir.
  • Tıkalı trafikte insan geçen zamanı (yaklaşan ölümü) idrak eder… ve tabi  kendindeki emanetin (=ruhun) bâkî olduğununu.
  • Ama çoğu insan bu idrake hazırlıksız yakalanmıştır. Ne yani? Ben de mi öleceğim? Evet, insanlar ölür, herkes ölür ama BEN herkes değilim!
  • Bu yüzden trafikte sıkışan insan aniden bir yakını ölmüş gibi davranır: Öfke yahut aşırı konuşma: Hepsi belediyenin yahut kadınların suçudur!
  • Trafikteki insanların öfkesi, oburluğu ve aşırı gevezeliği aslında Ölüm fikrinden kaynaklanan boşluğu doldurmak içindir…

  • trafik-ofke Ölüm Korkusu AforizmalarıYine bu yüzden yol açık olunca şoförler hatalı sollama ve hız yaparlar. Zira 100 km sabit hızla varmayı beklemek ölümü hatırlatır onlara…
  • Evet, acı gerçek: Türk milleti ölümden korkuyor. Ecdadımız gibi değiliz. Onlar ahşap ve tek katlı evlerde yaşıyorlardı. Biz devasa rezidanslarda…
  • Toplum olarak ölümle sağlıklı ilişki kuramıyoruz. Bu yüzden başkalarının hayatlarını yaşamaya çalışıyoruz.
  • Zaten başkalarının oynadığı futbolu, başkalarının yaşadığı aşkları, başkalarının savaşlarını seyretmemiz de bunu göstermiyor mu?
  • Futbol oynamıyor, aşık olmuyor ve savaşmıyoruz… sadece SEYRediyoruz.
  • Çünkü limandan çıkar çıkmaz fırtınaya tutulan gemiler gibiyiz. Çok SEYRettik ama hiç seyahat etmedik…(Seneca’nın dediği gibi)
  • 80 yaşında bebekler gibi çoğumuz: Günde 4 saat TV seyrederek ömür tükettiler ama YAŞAMADILAR. Onlara bebek mezarı yapmalıyız.
  • Modern kent yaşamı ölüleri ve ölümleri halledilmesi gereken bir sorunmuş gibi göz önünden uzaklaştırdı.
  • Devlet dairelerinde pasaport, ikâmetgâh gibi sıradanlaşan, prosedürleşen birer “masa” artık doğum  ve ölüm.
  • Sertifikalaşan, seri numaralaşan Hayat’ı (=Ölüm’ü) düşünmek ne zor!
  • Ölüm’ü düşünmeyen insanlar topluluğu kendine haz verecek her şeyi hemen istiyor. Açgözlülük ve acelecilik zannediyorum bu yüzden bir ideoloji haline geldi.
  • Totaliter rejimlerde Stalin’i, Atatürk’ü ya da Hitler’i sevmek mecburi. Bugün biyolojik yaşamı sevmek ve Ölüm’ü unutmak mecburiyeti var!
  • Hastahane hayat “sahnesine” girip çıkılan kapı gibi: Ölüm gözden ırak, gönülden ırak… Hastahanelerde doğduğumuz gibi yine orada ölüyoruz.
  • J.Kerouac:”Konuşulmaya değer tek mevzu Ölüm. Zira orası vehimin ve hataların bittiği yer. Ölüm adına ‘hayat’ dediğimiz madalyonun öteki yüzü”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESADÜF