Bir çocuk ölürken fotoğraf çekebilen sen artık insan değilsin!
Fotoğrafçının İğrenç Tarafsızlığı
İnanılmaz bir hızla yayılan zulüm fotoğraflarına şaşıranlardan
mısınız? Eli kolu kopmuş insanlar, yıkılmış binalar, ağlayan
anne-babalar… Bunları ilk defa görseydik anlamlı olabilirdi. Ama her gün
yüzlercesi gözümüzün önünden geçip giderken kanıksamaktan başka ne
yapabiliriz? Başkalarının olağanüstü acılarının olağanlaşması,
normalleşmesi de başlı başına bir zulüm değil mi? Fotoğrafçılar,
gazeteciler hatta sosyal medyada takip ettiğimiz arkadaşlar bu yeni
zulmün suç ortağı oluyor ve bizi de suçlarına ortak ediyorlar. Savaş fotoğrafı sadece konusu olan suçu değil « görevini » yapan fotoğrafçının iğrenç tarafsızlığını da dünyaya yayıyor.Açlıktan ölenlerin, savaştan kaçanların 2500 piksellik “high resolution” fotoğraflarını iPad ve cep telefonu ekranında görünce adeta oraya kadar gidip bakmış ve omuz silkip dönmüş gibi hissediyoruz kendimizi. Ardından başka fotoğraflar yağıyor: Karda kayıp düşen şişman kadın, bakıcısıyla şakalaşan panda, Fenerbahçe’nin son golü…
Seyrediyoruz hayatı, yaşamıyoruz!
Homojen, tekdüze, yavan ve yamyassı dünyamızda her şeye üzülüyoruz ama hiçbir şeyle tam olarak ilgilenemiyoruz. Çünkü artık kenarına oturup seyrediyoruz hayatı, yaşamıyoruz! Gerçekte sahip olduğumuz silahın, paranın ve vaktin çok üzerinde imkânlar gerektiren ızdırapların bilgisini alıyoruz ve fotoğraflarını görüyoruz. İnsan bu zulüm bilgisi yağmuru karşısında 3 seçeneğe sahip:
- Kahrolmak, nihilist bir çukura yuvarlanmak hatta depresyon ve intihar,
- Bu düşüşten kendini korumak için zulmü/ ızdırapları kanıksamak,
- Zulmü rasyonalleştirmek: “Eh biraz da onların suçu, ben mi aç bıraktım onları? Savaşa girdilerse benim suçum mu? O diktatörü devirselerdi…”
Yorumlar
Yorum Gönder