Verme hakkı
Vermek en başta vereni mutlu eder. Zira vererek insan kendi büyüklüğünü, güzelliğini, gönül zenginliğini yaşar.”(1)
Sokakta yaşayan çocuklar üzerine sayısız rapor var. Bu raporlar genellikle çocukların sorunları üzerine odaklandıklarından gerçekte önemli olanı gözden kaçırıyorlar:
Bunlardan biri olan UNICEF‘in 2005’te yayınladığı bir rapora göre dünyada 100 milyondan fazla çocuk sokakta yaşıyor. Yaşamak için çalıyor ve fuhuş yapıyorlar, bu hayata tahammül etmek için ise uyuşturucu kullanıyorlar. Bu çocukların % şu kadarı 15 yaşına gelmeden ölecek, % şu kadarı 18 yaşına gelmeden hapse girecek, …
Peki ya kurtulanlar? Onlar nasıl çıkıyorlar bu sefalet-fuhuş-uyuşturucu girdabından?
Kolombiyalı bir grup araştırmacı(2) işte bu soruyu sormuşlar ve keşfettikleri gerçek hepimizi aydınlatacak cinsten.
Sokak çocuklarının bir kısmı kazandıkları parayla aralarından daha zayıf olanlara kanat geriyorlar. Onlara yiyecek alıyorlar, hasta olanlara ise ilaç. Bir kısmı ailelerini besliyor. Kardeşlerini okutmaya çalışanlar bile var. işte 6-7 yaşında yetişkin gibi yaşamak zorunda kalan bu çocuklar sefalet girdabından kurtuluyorlar. Vermek, paylaşmak onları kendi gözlerinde kıymetli yapıyor. Toplumun ittiği, unuttuğu bu küçük insanlar yemek ve giysiden çok saygı görmeye, bir işe yaramaya muhtaçlar.
Yetimhaneler üzerine yapılan birçok araştırma da bunu teyid eder nitelikte. Kendilerine sıcak bir yatak, yiyecek ve giysi verilse bile sokak çocukları bir zaman sonra yetimhanelerden kaçıyorlar. Bunun sebebi ise nankörlük değil elbette. “Birisi” oldukları, “sayıldıkları” sokakları özlüyorlar. Bunu dikkate alan sığınma evlerinde ise bu çocuklara yiyecek ile beraber çeşitli sorumluluklar veriliyor.
Samimiyetle söyleyeyim, dilenerek ve çalarak ailesine bakan bir sokak çocuğuyla karşılaştırdığımda kendimi çok güçlü hissetmiyorum.
Öyle zannediyorum ki biz « zenginler » de muhtacız bu yardımlaşmaya. Hayatın tadını çıkarma adına verme hakkımızı kullanmayı unutabiliriz çünkü. Daha parlak saçlar, daha beyaz çamaşırlar, daha büyük bir araba, daha güzel bir ev, daha çok fonksiyonlu bir cep telefonu, Fransız mutfağı, yeni tatil beldeleri…
Sözüm ona “yaşama sanatı” denen bir şey uğruna ölü gibi yaşamak, anlık tatminler uğruna iç huzurumuzu feda etmek işten bile değil.
Reklamcılar sağolsun “hayat bu işte” diye sattıkları gazozların, çikolata ısırıp “mutlu” olanların, “çağdaş yaşam” gettolarına kendini hapsedip “huzuru yakalayan” zavallıların resimlerini göre göre MUTLULUK ile TATMİN kavramlarını fena halde birbirine karıştırmış vaziyetteyiz sanki.
Haddim olmayarak bütün dostlarıma verme hakkınızı kullanmayı unutmayın diyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder