Ana içeriğe atla

İran’ın petrolü mü var yoksa Petrol’ün İran’ı mı var?

1947’de Hindistan’ın bağımsızlık ilânıyla Britanya önemli miktarda güç kaybetmişti. Geriye sadece “ticarî imparatorluk” kalmıştı.

%51’i Kraliçe’ye ait olan Anglo-Iranian Company İran’daki bütün petrolün sahibiydi ve Kraliçe’nin en büyük deniz ötesi gelir kaynağıydı.

Üstelik Kraliyet Deniz Kuvvetleri petrol ihtiyacını bu şirket sayesinde piyasa fiyatından çok daha ucuza karşılıyordu.

Churchill’in donanmayı kömürden petrole geçirmesinin üzerinden 40 yıl geçmişti ve İran, Britanya’nın en büyük enerji kaynağıydı.

Aynı zamanda ABD bütün okyanuslarda Britanya’nın yerini alıyordu. Üstelik İran dışındaki petrol kaynakları da ABD’nin eline geçiyordu: Irak, Kuveyt, S. Arabistan…

Fakat buna rağmen 1940’ların sonunda bölgedeki petrol üretiminin %40’ını %51’i Kraliçe’ye ait olan Anglo-Iranian Company yapıyordu.

Biraz da İranlılardaki İngiliz korkusundan bahsedelim:
1941’de İran şahı Rıza Pehlevi binlerce Almanı etkili ve yetkili mevkilere koymuştu.

İngiliz baskısına rağmen Şah Almanları ülkeden kovmayı reddetti. Bunun üzerine Ruslar ve İngilizler İran’ı işgal ettiler.

Churchill ve Roosevelt’in göz yumması sayesinde Stalin İran’ın kuzeyindeki hasada el koydu ve halkı açlığa mahkûm etti.

1910’ların sonunda yine İran’da gıda ticaretini engelleyen İngilizler milyonlarca insanın açlıktan ölmesine sebep olmuşlardı.

Sürgüne gönderilen Rıza şah 1944’te Güney Afrika’da öldü. Yerine Churchill’in kuklası Muhammed Rıza Pehlevi kondu.

Bu zavallı, hayatı boyunca İngiliz korkusu ve bir kukla olmanın aşağılık kompleksi içinde saçma sapan işler yapacaktı.

2 asırdır büyük güçler arasında sıkışıp kalan İran’ın ne devlet geleneği ne de bağımsız bir dış politikası olmadı.

Gelirinin %80’i petrol olan, satacağı petrol miktarına ve fiyata ABD’nin karar verdiği bir dünyada İran yöneticileri ancak sömürge valisidir.

Bazı liderler bağımsız dış politika yapmazlar. Bunlar, ABD iç politikası ve Atlantik dayanışması için gerekli öcülerdir sadece.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TESADÜF

Bazen herşeyi tesadüf deyip geçiştiriyoruz,oysa hayatta hiçbirşey tesadüf değildir.Herşeyin bir hesabı vardır,onuda yaratan,yapan bellidir zaten.

DİNGİNLİK

BAZEN BIRAK BİR YAPRAK GİBİ KENDİNİ SULARIN KOYNUNA ALIP GÖTÜRÜR SENİ BİLİNMEYEN ÖTELERE

Bir Dehanın İzleri – II.Abdülhamid Han, Talha Uğurluel

Medeni adam dostunu düşmanını tefrik etmemeli, her ikisine de aynı muameleyi yapmalı. Zira düşmanlara açıkça husumet göstermek akıl karı değildir. Dostlara da fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez, biz daima İngiltere’nin dostu görüneceğiz. Fakat onun hislerini, fikirlerini, siyasetini de bileceğiz. – Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı alabildiğince kışkırtan Gladstone’un İngiliz Müstemleke Nazırı iken Lordlar Kamarası’nda söyledikleri de İngilizlerin bu coğrafyadaki ince hesaplarını açıkça ortaya koyuyordu. O gün Gladstone eline Kur’an-ı Kerim’i alarak kabinedekilere göstermiş ve: “Eğer bu kitabı Türklerin elinden alamazsak onları asla yenemeyiz” demişti. – Abdülhamid Han, hayatına kasteden ve ölüm cezasına çarptırılan mahkûm ile bizzat görüşür. Hususi dairesine kabul ettiği Jorris ile saatlerce baş başa kalır. Ne konuşmuştur, neler sormuştur bunu kimse bilmiyor. Tahsin Paşa, ‘Avrupa’da ayrılıkçı Ermeniler aleyhine çalışmak üzere kendisine vazife verdi’ diyor. ...